Aşık olduğumuzda neyi arzularız? Gördüğümüz birini mi, yoksa onun bizi nasıl gördüğünü mü? Lacan’a göre arzu, tam da bu kırılgan boşlukta doğar: Kendimizde eksik hissettiğimiz şeyi, Öteki’nin gözünde tamamlamaya çalışarak. Ama ironik biçimde, tam da bu nedenle, hiçbir aşk tam olarak tatmin edici olamaz çünkü özne her zaman eksiktir ve arzu, bu eksikliğin etrafında döner.
Lacan’ın “ayna evresi” dediği şeyle başlar bu hikâye. Bebek, kendi bedenini bir bütün olarak ilk kez bir aynada tanır. Bu tanıma, dışarıdan gelen bir bakışın aracılığıyla olur (Lacan, 1949/2006). Kendilik, ilk anda zaten bir başkasının gözünden şekillenmiştir. Yani ben dediğimiz şey, zaten “öteki”nin inşa ettiği bir imgedir. İşte tam burada, arzunun yapısı şekillenir: Arzu, kendiliğin eksik olduğu yerde başlar ve ötekinin bakışında tamamlanmak ister.
Ama bu eksiklik asla dolmaz. Çünkü Lacan’a göre “arzu edilen şey değil, arzulama hali” sürdürücüdür (Lacan, 1998). Bu yüzden biri bizi çok severken bile, içimizde bir boşluk hissi kalabilir. Belki de bu yüzden bazı aşklar, çok güzel başlamasına rağmen, beklenmedik bir yetersizlik duygusuyla bitiverir.
Aşk Neden Kördür?
Aşk, bazen bir bakışla başlar. Ama bu bakış, gerçekten öteki kişiyi gördüğümüz anlamına gelmez. Çoğu zaman, karşımızdaki kişiye, kendi eksikliğimizin şeklini giydiririz. Lacan’ın “arzu Öteki’nin arzusudur” sözü tam da buraya oturur: Ne arzuladığımızı değil, Öteki’nin neyi arzuladığını arzularız. Bu yüzden bazı ilişkilerde, partnerin onayını kaybetmek sanki varoluşsal bir çöküş gibi hissettirebilir çünkü onun bakışı olmadan “ben” de yok gibi gelir.
Lacan burada narsisizmin ince bir oyununu da gösterir. Arzunun öznesi, aslında kendi yoksunluğunu, bir başkasının gözünde yeniden sahneler. Ve çoğu zaman, o başkasının gerçekte kim olduğu değil, bizde hangi boşluğu harekete geçirdiği önemlidir.
Arzu ile Sevgi Aynı Şey mi?
Lacan’ın temel iddialarından biri, arzu ile sevginin aynı yapıdan çıkmadığıdır. Sevgi, özneyi olduğu gibi kabul etme eğilimindeyken; arzu, özneyi eksikliğiyle tanımlar. Aşkın içinde bu ikisi çoğu zaman çatışır. Bir yanımız partnerimize sarılmak isterken, diğer yanımız bir adım geri çekilip “beni gerçekten seviyor mu?” diye test eder. Oyunlar, susmalar, ima etmeler… Tüm bunlar aslında arzunun yapısına içkindir çünkü arzu, sabitlikte değil, gerilimde yaşar (Evans, 1996).
Arzunun Yapısı: Tamamlanma mı, Süreç mi?
Modern dünyada, tüketim kültürü bize arzunun nesnesinin ulaşılabilir ve tatmin edici olduğunu söyleyip durur. Ama psikanalitik kuram tam tersini iddia eder: Arzu, nesnesine ulaştığında yok olur. Lacan, bu yüzden “objet petit a” (küçük ‘a’ nesnesi) kavramını ortaya koyar. Bu, ne olduğunu tam tanımlayamadığımız ama peşinden gittiğimiz şeydir. Hep aranan ama asla bulunmayan eksik parça…
İşte aşk da çoğu zaman bu “eksik parçayı” bulduğumuzu zannettiğimiz bir yanılsamadır. Ve bu yanılsama bozulduğunda, hayal kırıklığı, boşluk ya da öfke devreye girer. Ama belki de mesele şudur: Aşk, bizi tamamlamak için değil, eksik olduğumuzu fark ettirmek için gelir. Ve bu fark ediş, eğer yüzleşebilirsek, dönüştürücü olabilir.
- Psikolog Baran ŞEKER
Evans, D. (1996). An introductory dictionary of Lacanian psychoanalysis. Routledge.
Lacan, J. (1998). The four fundamental concepts of psychoanalysis (J.-A. Miller, Ed.; A. Sheridan, Trans.). W. W. Norton & Company. (Original work published 1973)
Lacan, J. (2006). Écrits: The first complete edition in English (B. Fink, Trans.). W. W. Norton & Company. (Original work published 1949)