Bazı insanlar için mutluluk anlık bir sevinç değil, hemen ardından gelen bir huzursuzlukla gölgelenen geçici bir haldir. Her şey yolundayken bir anda bozan o küçük karar, güzel giden bir ilişkiyi sabote etme dürtüsü ya da başarıyı takiben gelen “ben bunu hak etmiyorum” duygusu… Bunlar tesadüf müdür, yoksa bir iç mekanizmanın sessizce işlediği bir kendini cezalandırma mı?
Psikanalitik kuram, bireyin bilinçli olarak farkında olmadığı bazı duyguların ve arzuların bastırıldığını, ancak bu bastırmanın bedelinin farklı yollarla ödendiğini savunur. Özellikle suçluluk duygusu, bireyin kendini cezalandırmasına neden olan önemli bilinçdışı dinamiklerden biridir. Freud’a göre suçluluk yalnızca yapılan bir eylemin sonucu değil, yasak arzuların, saldırgan dürtülerin ya da içsel çatışmaların bastırılmasından da kaynaklanabilir (Freud, 1923).
Kendini cezalandırma, her zaman dramatik şekillerde ortaya çıkmaz. Bazen bir sınava hazırlanmayı son dakikaya bırakmak, bazen sağlığa zararlı alışkanlıklarda ısrar etmek, bazen de “bana zaten kimse değer vermez” diyerek değersiz ilişkilerde ısrarcı olmak bu eğilimin parçası olabilir. Bu tür davranışların altında yatan bilinçdışı motivasyon, bireyin kendi başarısını, mutluluğunu ya da iyiliğini hak etmediği yönündeki inancıdır.
Örneğin, çocukluk döneminde sürekli eleştirilen ya da onaylanmak için koşullu sevgiye maruz kalan bireylerde, içselleştirilmiş bir “iç yargıç” gelişebilir. Bu iç ses, kişi ne yaparsa yapsın yeterli olmadığını fısıldar. Yetişkinlikte bu içsel yargıç, bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesini engelleyen bir sabotajcıya dönüşebilir. “Neden hep aynı hataları yapıyorum?” sorusunun cevabı bazen yalnızca alışkanlıklar değil, kişinin kendisini bilinçdışı düzeyde cezalandırma ihtiyacıdır.
Kendini cezalandırma, sadece kişisel ilişkilerde değil, iş hayatında da belirginleşebilir. Önemli bir sunum öncesi uyuyamamak, zam istemek yerine sessiz kalmak, hak edilen takdiri küçümsemek… Tüm bunlar, bireyin kendi içindeki değersizlik hissini yeniden üretmesinin yolları olabilir.
Bu yazıyı okuyan bazı kişiler, “kendimi suçlu hissediyorum ama nedenini bilmiyorum” diyebilir. Bu his, bastırılmış bir öfkenin, arzu edilen ama ifade edilemeyen bir isteğin ya da toplumsal ve ahlaki değerlerle çatışan bir dürtünün belirtisi olabilir. Psikodinamik yaklaşım, bu tür duyguların yüzeye çıkmadan önce çeşitli savunmalarla örtüldüğünü ve bu örtünün altında cezalandırıcı bir yapının çalıştığını vurgular (McWilliams, 2011).
Peki neden biri bilinçdışı olarak kendini cezalandırmak ister?
Bunun birçok açıklaması olabilir: Suçluluğu telafi etme arzusu, ebeveyn figürleriyle özdeşleşme, cezanın “hak edildiği” inancı, sevginin acıyla birlikte öğrenilmesi… Kimi zaman çocuklukta sevilmek uğruna “iyi çocuk” olmaya çalışan bir birey, yetişkinliğinde içsel dünyasındaki katı süperegonun (ahlaki vicdanın) talepleriyle baş edemez ve bilinçdışı bir sadizm geliştirir – hedefte ise yine kendisi vardır.
Bazı kişiler için mutsuzluk tanıdıktır, huzur ise tehditkâr. Çünkü huzur içinde olmak, alışılmış bir iç karmaşayı bırakmak anlamına gelir. Oysa çoğu zaman bilinçdışı olan şey alışkanlıktır. Ve alışkanlık, ne kadar acı verici olursa olsun güvenlidir.
Bu durumdan çıkış ise, bireyin kendi içsel dinamiklerini merak etmesiyle, kendisine yönelttiği yıkıcı tutumların kökenini fark etmesiyle mümkün olabilir. “Neden mutlu olamıyorum?” sorusuna verilecek dürüst bir yanıt, belki de uzun zamandır susturulmuş bir iç gerçeğin yankısı olabilir.
Psikolog Baran ŞEKER
Esinlenen Kaynaklar
- Freud, S. (1923). The ego and the id. In J. Strachey (Ed. & Trans.), The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (Vol. 19, pp. 12–66). London: Vintage.
- McWilliams, N. (2011). Psychoanalytic diagnosis: Understanding personality structure in the clinical process (2nd ed.). New York: The Guilford Press.